Uzayla ilgili biraz bilgi sahibi olan herkes, yapay yer çekimi kavramını en azından bir bilim kurgu filminden hatırlayacaktır.
Peki, bu kavram gerçek hayatta neden ISS gibi yerlerde kullanılmıyor?
İlk önce yapay yer çekiminin nasıl çalıştığını ele alalım: Einstein’ın meşhur düşünce deneyi, yer çekimi ve ivmenin birbirine eşdeğer olduğunu gösterir. Bu deneye göre eğer 1G ivmeyle hızlanan bir uzay gemisinde olsaydınız, içinde bulunduğunuz metal kutunun Dünya’daki herhangi bir odadan farkını anlamazdınız.
Bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz yapay yer çekimi sistemleri, bu prensibe dayanıyor. Uzay aracının sürekli hızlanarak yapay yer çekimi sağlaması ya da aracı döndürerek santrifüj kuvveti ile yer çekimi oluşturması teorik olarak mümkün.
Sürekli hızlanma için devasa miktarda yakıt gerekir, döndürme yöntemi ise sadece çok büyük uzay gemilerinde işe yarar.
Astronotlar, düşük yer çekimi ortamında uzun süre yaşadıklarında çeşitli sağlık sorunları yaşayabiliyorlar. Yüzlerinin şişmesi, kas kaybı ve kemik erimesi bu sorunlardan sadece birkaçı.
Kanadalı astronot Chris Hadfield, yapay yer çekiminin faydalarını şu şekilde açıklıyor: “Ağırlıksızlık harika bir şey gibi görünebilir, ancak bedeli ağırdır. Sürekli yük altında olmadığınızda vücudunuz tembelleşir, kaslarınız erimeye başlar, kemikleriniz yeniden vücudunuza geri emilir.”
ISS’te yapay yer çekimi kullanılmamasının en büyük sebeplerinden biri, bu teknolojinin uygulanmasının oldukça zor ve pahalı olması.
Fakat bunun dışında daha önemli bir sebep var: ISS, astronotların yer çekimsiz ortamda eğlenmeleri için değil, mikro yer çekimi koşullarında bilimsel araştırmalar yapmaları için tasarlanmış bir laboratuvar.
Kaynak: https://onedio.com/haber/uluslararasi-uzay-istasyonunda-neden-tipki-bilim-kurgu-filmlerindeki-gibi-yapay-yercekimi-kullanmiyoruz-1245783