Kozmik Okyanus, Seni Tılsımlar Korur, Fraternis, 2012: Marduk’la Randevu, Günbatımı Fandango, Diren Aklım ve daha buraya sığdıramadığım pek çok kitabın yazarı Burak Eldem’in benim için yeri ayrıdır.
Yıllar evvel, 2012: Marduk’la Randevu kitabı ile tanıdığım daha sonra Kozmik Okyanus, Fraternis, Seni Tılsımlar Korur gibi kitaplarıyla benim gönlümde taht kuran Burak Eldem’le yıllar sonra onun seminerlerinde bizzat tanışma fırsatı yakalamıştım. Araştırmacı, gazeteci ve yazar Burak Eldem’le tanıştıktan sonra her kitabını daha bir heyecanla bekler oldum. Son kitabını okumakta gecikmemim sebebi tamamen kişisel çalkantılarımın izin vermeyişindendi ama bazı kitaplar da tam ihtiyacınız olduğu zaman size göz kırpar ya işte öyle bir anda, yağmurlu ve günlerdir süren kasvetli havada başladım kitabı okumaya. Gece yarısına doğru 500 sayfalık kitabın %70’ini bitirmiştim. Gecenin o vakti nasıl heyecanlanmışsam hemen mesaj yolladım hocama, röportaj yapmak istediğimi söyledim, sağ olsun kırmadı beni. Tavuskuşu Güncesi’ni ve merak ettiklerimi sordum Burak Eldem’e…
-Yanlış hatırlamıyorsam arkeolojiyle, tarihle ve mitolojiyle iç içe büyümüş birisin. Anne ya da baba arkeolog muydu? Tarih, mitoloji ve ezoterizm senin için ne ifade ediyor?
Annem ve babam arkeolog değildi ama arkeolog bir aileden geliyorum hatta Türkiye’de arkeolojiyi yerleştiren aile diyebilirim rahatlıkla. Osman Hamdi ve Halil Edhem, büyük-büyük amcalarım. İşin içinde genetik faktörler var mı bilemiyorum ama kendimi bildim bileli tarih ve arkeolojiyle çok yakından ilgiliyim, özellikle de İlkçağ tarihi ve Prehistorya ile. Bu gezegen üzerinde bizden binlerce yıl önce yaşamış insanların kültürleri, düşünce biçimleri ve evrenle ilgili yorumlarını anlamaya çalışmak çok heyecan veriyor bana. Bu anlamda Yakındoğu’dan Kuzey Avrupa’ya, Hindistan’dan Orta Amerika’ya kadar o zengin mitoloji ve semboller külliyatından elimden geldiğince yararlanmaya çalışıyorum. Ezoteri, zaten bu kültürleri yaratan insanların bilgiyle ilişki kurma biçimini belirliyor. Herkesle paylaşılan bilgi ya da kapalı ve adanmış bir topluluk içinde sembollerle üzeri kapatılarak saklanan bilgi. Bunlardan birincisi oldukça geniş harcıalem bilgiyi oluşturuyor ikincisi de ezoterik bilgiyi. Eski Mısır’dan Mezopotamya’ya, Hint’ten Eski Yunan’a dek tüm kadim kültürlerin çekirdeğinde ezoteriyle karşılaşıyoruz. Ama adı üstünde, ‘kapalı’ bir bilgi söz konusu burada ve onun semboller sistemini çözebildiğimiz kadarıyla, küçük bir bölümünü anlayabiliyoruz yalnızca. Bu kadarı bile bana heyecan verici geliyor.
-Son yıllarda özellikle ezoterizme ilgi arttı gibi geliyor bana, sen bu konuda ne düşünüyorsun?
Aslında Batı’da geçen yüzyıldan bu yana bu konuya eğilim sürekli artıyor ama haklısın, son 20 yılda bu ilginin katlanarak arttığını görebiliyoruz. Asıl mesele, bu ilgiyi doyurabilecek kadar sağlam ve güvenilir kaynakların olup olmadığı. Daha da önemlisi, insanların bu kaynaklara başvurarak bilgi edinme sürecini çekici bulup bulmadıkları. İşin orası biraz bulanık. Benim gördüğüm kadarıyla kolay ve kısa yoldan edinilmiş ezber bilgilere rağbet daha fazla.
-Sadece yayımlanmış kitaplar değil, kadim gizli öğretiler, ezoterik bilgiler ve buna benzer konularda epey YouTube içeriği de gözüme çarpıyor. Peki, bu işi sadece gizem yaratmak için yapanlarla, gerçek araştırmacıların bilgilerini konuyla ilgilenenler nasıl ayırt edecekler?
Bunun yolu elbette ‘egzantrik’ olanla kısa yoldan yanıtlar elde etmeye çalışmaktan değil, gerçek anlamda konuya ilgi duyup sabırlı olmaktan geçiyor. Birkaç kitap okuyarak hemen fikir sahibi olmayı sağlayabilecek bir alandan söz etmiyoruz burada. Temelden başlayarak sistemli okumalarla, seminerlerle, mümkün olduğunca titiz incelemelerle yürünecek bir yol bu. Aslına bakarsan çok da zor değil, bugün 20 yıl öncesine göre çok daha fazla kaliteli kaynak bulmak mümkün Türkçede. Basit bir aramayla ya da güvenilen kişilere danışarak sağlam bir kaynak külliyatına yavaş yavaş erişmek mümkün ama insanların buna sabrı var mı, yoksa hemen kulaktan dolma bilgiyle yetinmeye mi eğilimliler; mesele burada.
-Senin yazdığın araştırma kitaplarının dışında bir de romanların var. Onların da kurgusu her zaman bu ezoterik yörüngede dönüyor. Tavuskuşu Güncesi romanın için neler söyleyebilirsin?
Benim için ana rota, romanlarım. Enerjimin büyük bölümünü onlara yöneltiyorum. Kurgularımı oluştururken de elbette kişisel tercihlerim etkin oluyor ve anlatılarımın içinde mutlaka gizem ve ezoteriye belli bir ağırlık veriyorum. Son romanım Tavuskuşu Güncesi için de aynı durum geçerli. Bir yandan yakın tarihin iki belirleyici siyasi iklimi üzerinde yürüyen bir ana konu var, bir yandan da ona sarmal biçimde bağlanan bir gizem ve ezoteri unsuru. 50 yıl arayla yaşanan iki farklı dönemin siyasi atmosferleri arasındaki köprüyü, bu gizem unsuru sağlıyor. Çok keyif alarak ve üzerinde çok uğraşarak, çok emek vererek yazdığım bir roman Tavuskuşu Güncesi.
-Okurken çok heyecanlandım, vücudumdaki dövmelerin bu kitaptaki kahramanın karşısına çıkması ve bu sembolizmi çözmesi çok hoşuma gitti. Gerçek hayatta da karşımıza sürekli çıkıyor mu bu semboller?
Bunlar insanlığın binlerce yıllık bir süre içinde oluşturup bugüne dek taşıdığı, zamandan bağımsız, insana özgü semboller. Bu yüzden bugün de hayatın akışı içinde belli bir sıklıkla karşımıza çıkıyorlar, her zaman da çıkacaklar. Jung’un sözünü ettiği kolektif bilinçdışının etkili bileşenleri birçoğu. Bu nedenle onları sık sık kullanıyorum romanlarımda. Seni Tılsımlar Korur’da da vardı, Günbatımı Fandango’da da.
-Roman içinde yakın tarihin siyasi çatışmalarına da yer veriyorsun. Hem 12 Mart’ı, hem de Gezi olaylarını Tavuskuşu Güncesi roman kurgusu içinde birbirine bir günlükle bağlıyorsun. Diren Aklım’dan sonra gelen bu romana bu bağlantıyı yapma fikri o zaman mı gelişti?
Aslında işin en ilginç kısmı burası. 2012 ortalarında, dönemin en etkili aktivist dalgası olan ‘Occupy’ hareketlerinden esinlenerek oluşturmaya başlamıştım romanın kurgusunu. Türkiye’de de benzeri bir direniş sürecinin yaşandığını varsayan hayali bir kurguydu bu. Direnişin sertlikle bastırılması sırasında fiziksel ve ruhsal travma yaşayan bir aktivist avukat, hep aradığı soruların yanıtlarını sessiz ve huzurlu olması beklenen bir inziva sırasında buluyordu. Ama ben daha ilk taslağın ortalarındayken, iş hayali olmaktan çıktı ve hiç beklemediğim bir şekilde Türkiye’de de yaşandı böyle bir süreç. Üstelik benim kurgulamaya çalıştığımdan çok daha çarpıcıydı. İlk taslağı attım bir kenara ve hemen ana karakter Metin’in birkaç arkadaşıyla birlikte Gezi sırasında yaşadıklarını olabildiğince sade ve düz biçimde anlatan Diren Aklım’ı yazdım. Romandan çok bir ‘novella’ denebilecek bu kitap, Tavuskuşu Güncesi için bir ‘prolog’ olarak kaleme alındı yani. Sonra oturdum, Tavuskuşu Güncesi’ni yeniden yazdım. Bu kez hayali bir kurguya değil, Gezi’ye dayanarak. Romanın bitmesi bu yüzden epey zaman aldı.
-Genel anlamda dünyayı yöneten (büyük aileler birliği demek istemesem de) bir üst sistem olduğunu düşünüyor musun sen de?
Hayır, öyle ‘dünyayı yöneten elit hanedanlar’ gibi fantastik bir düşünceye hiç yakın değilim ama gerçekten de dünyada gücün ve nüfuzun simsarlığını yapan dar bir kesim elbette var. Bunu da uzaklarda arayıp komplo teorilerle süslemeye hiç gerek olmadığını düşünüyorum: Kapitalizmin bizzat kendisi, son 150 yıldaki gelişim eğrisiyle böyle bir küresel iktidar konsorsiyumu yarattı. Kendi aralarında da birbiriyle itişen, düşeni görünce hemen bir tekme vurup onu bertaraf etmeye çalışan, kapitalist sistemin vahşi doğasına uygun bir kesim bu. Sistem bir yerlerinden çatırdamadığı sürece de, güç ve nüfuzlarını koruyacaklar diye düşünüyorum.
-Tüm bu ezoterik bilgiler günümüz dünyasında sanki geçersiz kalıyor gibi. Uzay Çağı diye adlandırdığımız teknolojik çöplük içinde “kendini bilme” aşamasına ulaşmak hayal gibi bir şey değil mi? Ya da soruya bir güncelleme getireyim, tüm bu ezoterik bilgileri elimizin altında cep telefonları varken ve kapitalist sistemin köleleri olmuşken nasıl içselleştirip varlığımızın derin anlamını keşfedebiliriz?
Çok haklısın, hiç kolay bir şey değil. Sürekli bir iletişim ve imge kuşatması altında, ringde dayak yemiş boksörlere dönüyoruz hepimiz. Sistem bize nefes alacak fırsatı vermiyor. Hayatın kendi akışını çok cazip görüntülerle kontrol eden ve her geçen yıl bile değil, her geçen gün gelişen böyle katmerli bir kuşatmadan başımızı kaldırmak için epeyce çaba harcamamız gerekiyor. Böyle konuşup duruyorum da, ‘Peki sen ne yapıyorsun?’ dersen verecek fazla bir yanıtım da yok. Elimden geldiği kadarıyla önümü görmeye ve yolumu bulmaya çalışıyorum deyip, kıvırtayım hemen 🙂
-İstanbul’dan kaçıp Datça’ya yerleştiğinde hayatında neler değişti? Roman karakteri Metin de İstanbul’u ardında bırakıp Göcek’e inzivaya çekiliyor ve kendiyle ilgili farkındalıkları artıyordu, senin de Datça’da farkındalıkların arttı mı?
Bu da oldukça ilginç bir konu. Tavuskuşu Güncesi’ni yazarken Datça gibi bir konu yoktu hiç ortada ama kitap bittikten sonra, neredeyse yazdıklarımın önemli bir kısmını gerçek hayatta da yaşadım. Tabii romandaki kadar fantastik bir hikâye değil; ama orada gerçekten bahçe içindeki küçük, sessiz bir evde bir yandan inziva gibi bir hayat yaşarken, bir yandan da tıpkı Metin gibi, orada sağlam bir arkadaş kolonisinin içinde buldum kendimi. Datça’yı çok sevdim ve huzur buldum, küçük bir kasabada yaşamanın tüm zorluklarına rağmen. Böylesi bir ortamda insan daha çok düşünmeye ve okumaya fırsat buluyor ama asıl şansım, orada tıpkı benim gibi huzur bulmak için büyük şehirden uzaklaşmış kaliteli insanlarla tanışmak oldu. Zihinsel olarak epey beslendiğimi söyleyebilirim.
-Kitapta Ezîdilikten, mitolojiye, gerçeklik kavramından felsefeye ve Mozart’ın en gizemli eserine kadar pek çok konu öyle güzel işlenmiş ki, kitabı neredeyse hiç durmadan Mozart’ın Eine Kleine Nachtmusik’ini dinleyerek okudum. Kitabın akıcılığı mı yoksa müziğin tınısı mı bilmiyorum, enteresan bir algıyla okudum romanı. Sence müzik hayatımıza ne kadar etki edebilir? Kitapta sıkça bahsedilen titreşim mevzusundan yola çıkarak, Mozart’ın bu eseri neden gizemli kılınmış?
Nachtmusik benim çok uzun yıllardır severek dinlediğim ve üzerinde düşündüğüm bir eser. Romanın merkezine yerleştirmek gibi bir fikrim yoktu ama yazma süreci içinde kendi kendine sızıp kurguya güçlü bir sembol olarak eklendi diyebilirim. Müziksiz yaşamamızın mümkün olmadığını düşünüyorum. Her bir notanın tınısı, her akorun yankısı, yine Jung’un kolektif bilinçdışı anlayışına gönderme yapacak olursam, zihnimizde ve ruhumuzda bir şeyleri tetiklediği için böylesine etkileniyoruz müzikten. Sesler, malum, titreşimlerden oluşuyor. Kadim düşünceye baktığımızda, evren de böyle bir titreşimle var oldu. Hindu düşüncesi, kutsal Om ya da Aum hecesinin titreşimini, evrenin doğuşu ve gelişimiyle bağdaştırır. İncil’de Yuhanna’nın gospel’i de ‘Başlangıçta söz vardı.’ cümlesiyle başlar. Yazılı kelime demiyor, söz diyor. Yani telaffuz edilen, dolayısıyla titreşimlerden oluşan bir ses. Eh, bugün modern fizik de evrende var olan her şeyin titreşim hareketi içinde olduğundan söz ediyor. Bu tema romanın içinde olacaktı zaten ama dediğim gibi o noktada zihnimde birden Mozart doğruldu, ‘Hop, ben buradayım.’ dedi. Nachtmusik’le ilgili açıklayıcı hiçbir bilgi bırakmamış olması, onun ezoterik düşünceye yatkınlığıyla birleşince, Tavuskuşu Güncesi için oldukça iyi bir gizem noktası yakaladığımı düşündüm. Sihirli Flüt’e ve daha birçok eserine bakınca, zaten Mozart böyle bir tema için biçilmiş kaftan gibiydi.
-Kitapta, “Zamanda yolculuk edip tarihi bir olayı değiştirebilseydin, neyi değiştirirdin? ” diye bir soru var. Hangi kırılma noktasını değiştirebilseydin insanlığı şu an bulunduğu çukura düşmesine engel olabilirdi sence?
Bu gerçekten çok zor bir soru. Tıpkı romanda Metin’in babasının dediği gibi, bulabileceğimiz her kırılma noktasının daha gerisinde bir başka kritik aşama daha bulmak mümkün çünkü. Bu konu üzerine düşündüğümde, sanırım şiddet ve kaba kuvvetin ‘iktidarı belirleyici’ bir unsur haline gelmesinin en uzak başlangıç noktasını bulmaya çalışırdım diyorum. Dolayısıyla erkek egemen toplum yapısının oluşmasını, sınıfların ortaya çıkmasını, iktidardakilerin baskı ve kontrol aracı olarak devletin belirmesini engelleyebilirdim belki. Ama bilemeyiz ki, belki insanın doğasındaki bu olumsuz yapı er ya da geç bir yerlerden baş verecek ve belki bugünden de kötü bir dünya yaratacaktı her koşulda. Yine de bazı şeyleri engelleyip insanlığı temize çekecek somut kırılma noktaları olduğunu düşünüyorum. Ama onlar bende kalsın şimdilik 🙂
-Yeni romanın için seni 10 yıl daha mı bekleyeceğiz? 🙂 Hazır Datça’nın huzurlu kollarındayken, yeni bir kitap daha gelir mi?
Umarım beklemeyeceğiz 🙂 Bir değil, üç kitap üzerinde çalışıyorum epey bir süredir, arka arkaya ortaya çıkabilirler. Ama şunu söylemek zorundayım: Türkiye’deki yayın dünyasının işleyiş biçimi ve yayınevlerinin tutarsız, güvenilmez halleri beni çok yıldırdı. Bu nedenle, yeni kitaplarımla ilgili nasıl bir yol izleyeceğimi şu an gerçekten bilmiyorum. Şeytan diyor uğraşma o yıpratıcı süreçle, kendi adına e-kitap olarak yayımla, isteyen alsın okusun. Ama bilemiyorum, dur bakalım 🙂
X
Instagram
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio’nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio
Kaynak: https://onedio.com/haber/tarih-ve-mitoloji-ile-harmanlanmis-bir-kitap-tavuskusu-guncesi-burak-eldem-roportaji-1222425