Yüz binlerce yıldır korunan biyolojik ayarlarımız 30 yılda ne kadar değişmiş olabilir hiç düşündünüz mü? İhtiyaçlarımız ne kadar değişti de akıllı telefon üretildiğinden beri bu kadar değiştirdik hayatımızı?
Cevabını verelim… Biyolojik bir organizmanın ayarları 30 yılda neredeyse hiç değişmez. Geçmişte yaşayan atalarımızın ihtiyacı neyse aynı şeylere ihtiyaç duyan canlılarız. Ancak teknoloji hayatımıza girdi gireli hayatımız çok değişti. Çünkü teknolojinin ihtiyaca dönüşmek gibi bir huyu vardır. Önce ihtiyaç olmayan bir şeyi karşılamak için çıkar. Sonra ihtiyaç olmasa da hayatı kolaylaştırdığı için kullanırız. Biz kullandıkça ihtiyaca dönüşür, ihtiyaca dönüştükçe daha çok kullanırız. Daha sonra da onsuz nasıl yaşadığımızı unuturuz. Bizimkisi o misal…
Bu çağda çırılçıplak ve zayıf bedenimizle teknoloji olmadan hayatta kalmamız imkansızdır.
Bu yüzden tabii ki teknolojiyi kullanmayın demiyorum. Çünkü teknoloji bizim için seçim değil, gerekliliktir. Onu nasıl kullandığımız ise tamamen bir seçimdir. Tıpkı atomu kullanarak enerji kaynağı üretebilecekken ondan atom bombası yaparak dünyanın canına okumayı bizim seçmemiz gibi. Teknolojiyi de kullanacağız elbette ama kendimize zarar vermeden nasıl kullanacağımızı bilmiyoruz. Çünkü makineler insanların yapabildikleri şeyleri o kadar iyi yapmaya başladılar ki bizim hiçbir şey yapmamıza gerek kalmadı. İşte sorun tam olarak burada başladı.
İşin kötüsü hayatımız ve beyinlerimiz için geri dönüş yok. 5 bin yıl önceye göre insanı insan yapan ‘‘Neo Cortex’’ isimli üst beyin bölümü %5 küçülmüş durumda. Neden küçülüyor diye düşünelim… Beyin bugün ekranların üzerimizde yarattığı simülasyon etkisi ile baş edebilecek bir donanıma sahip değildir. O sadece bizi hayatta tutmaya çalışır. Bu sebeple ihtiyaçlarımızı karşılıyormuş gibi beyni tatmin eden bir şey yaptığımızda onu ihtiyaçlarımızın yerine koyabiliriz. Çünkü beyin için nasıl tatmin edildiğinin hiçbir önemi yoktur. Tatmin ediliyorsa her şey yolundadır.
Bu durum hafızamız konusunda bizi çok zorluyor. Çünkü beyin ihtiyaç duyduğu bilgiye nasıl ulaştığını önemiyor. Örneğin sevdiklerimizin telefon numaralarını ezberlerdik eskiden. Hafızamıza kaydetmek ve ihtiyaç hasıl olduğunda onu kullanmak bizim elimizdeydi. Ancak telefonlar bu işi o kadar iyi yapmaya başladı ki bizim yapmamıza gerek kalmadı. Gerek kalmayınca bu işi yapmak için beynimizde olan devreler ‘‘sinaptik budama’’ yoluyla yok edildi. Sonuç olarak artık eskisi gibi hafızamızda bir şeyler tutamıyoruz çünkü hafızamız zayıfladı. Denemek isterseniz 10 tane cep numarasını aklınızda tutmayı bir deneyin, sonuçlar pek eğlenceli olmayacaktır.
Aynı mesele navigasyon için de geçerlidir
Türkçe adı ‘‘yol bul’’ olan bu uygulamalar çok eskiden beri sahip olduğumuz yön bulma, üç boyutlu düşünme ve hareket etme yeteneklerimizi taklit eder. Bu yetenekler eskiden bizi hareketli kılarak hayatta kalmamıza yardım ederdi. Bu yüzden makineler bunu yapmadan önce ihtiyacımız olan her yere kendimiz gidebilirdik. Şimdiyse bildiğimiz bir yere gidiyorsak bile makine bizden iyi biliyordur, açalım şunu da garanti olsun diyoruz. Yani bizim yapabileceğimiz bir işi bizden daha iyi yaptığı için makineye bırakıyoruz. Sonuç olarak da yön bulma, üç boyutlu düşünme ve muhakeme yeteneklerimizi kullanmadığımız için kaybediyoruz.
Bir yandan da işin sosyal boyutu var. Toplumsal olarak hareket etmemiz gereken bir sorunla karşılaşınca bile artık tepkimizi sosyal medyadan gösteriyoruz. Beynimiz üstüne düşeni yaptığı için dopamin salgılıyor. Yani gereken tepkiyi gösterdiğimizi düşünerek rahatlıyoruz. Sonra da gerçek bir tepki gösteremeyen, sesini duyuramayan ve bu yüzden de istediği hiçbir şeyi yaptıramayan bir yığın klavye kahramanı olarak yaşamaya devam ediyoruz.
Hepsi bir kenara da sevgimizi bile kaybettik biz. Çünkü sevgimizi artık dijital kodlardan oluşan platformlarda yüzeysel ikonlarla yaşıyoruz. Beğeniyoruz ama çok da beğenmiyoruz sadece bir baş parmak kadar. Seviyoruz ama o kadar da değil bir kalp ikonu kadar. Ne kadar seviyorsak o kadar kalp ekliyoruz yanına. Sonra da sevmiş ve sevgisini göstermiş gibi hissediyoruz. Sevgimizi ifade etmeyi bile unutuyoruz böylelikle. Sevmek, sevgiyi göstermeye dönüşüyor. Dönüştükçe sevme şeklimiz de değişiyor. Bir yerden sonra da sevmeyi unutuyoruz…
Korkulacak asıl mesele şudur. Her anımızı, paylaşmak zorunda olmadığımız insanlarla paylaşıyoruz ve bu paylaşma isteğimiz o anıyı yaşamamıza engel oluyor. Anı biriktirmek güzeldir gibi düşüncelere de hiç girmeyelim çünkü dijital veriler fiziksel olarak yok hükmündedir. Kodlardan oluşan bir veri yığını dijital bir felakette yok olur ve o verilerin hiçbirine ulaşamayız. Oraya harcadığımız her saniye sınırlı olan ömrümüzden ve beynimizin yeteneklerinden alıp gidiyor. Bu dünyada fiziki varlığımızı sürdürmeye çalışırken sadece dokunabildiğimiz ve fiziksel varlığından emin olduğumuz şeyler var hükmündedir ve onlar bizimle kalmaya devam edecektir.
Yaptığımız şeyin özeti; en sevdiğimiz insanlarla hayatımızın en kıymetli anılarını 1 ve 0’dan oluşan dijital kodlar halinde kör bir kuyuya atıyoruz ve bunun için hayatı ıskalıyoruz. İlerleyen yaşlarda bunların hata olduğunu görmek çok kolay olacak ama gençken bunu kontrol etmek çok zordur. Çünkü sosyal medyanın bağımlılık yapan yanı beyinde tıpkı madde bağımlılığı gibi çalışır. Bunları yaparken ödül devrelerimizi uyaran dopamin salgılanır. Bunun beyin için anlamı ne yapıyorsan tekrar yaptır. Bu yüzden biz bir fotoğraf yükleyince, biri onu beğenince, başkası yükleyince hep aynı kısır döngü ödül sistemimizde kısa devre yapar. Ancak beyinde bunlar yok hükmünde sürerken hayatı kaçırıveririz.
Akıllı telefonların hayatımızı bu kadar değiştirmesinin bir sebebi daha var. Onlar bize yaşamı unutturan bir dünya sunarlar. Biz de ölümü unutmak için onunla kendimizi uyuştururuz. Çünkü hayatı yok ederseniz, ölümü de yok edersiniz…
Web
Instagram
Facebook
X
Linkedln
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio’nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio
Kaynak: https://onedio.com/haber/makineler-akillandikca-insanlar-aptallasir-1222016